7 Haziran 2014 Cumartesi

Tavsiyem Var: Hürriyet Sosyal

,
Bir süre önce sosyal medya üzerinden en çok takip ettiğim gazetelerden biri olan Hürriyet gazetesinin bir geri sayım içinde olduğunu gördüm. Neredeyse tüm yazarları belli bir heyecan içindeydi. Açıkçası ben yeni bir sayfa tasarımı ya da yeni bir yan haber sitesi haberi beklerken birdenbire hayatımıza ‘Sosyal Hürriyet’ girdi. Önce insanların beğenilerini hemen sonra ‘çok bilgi istiyor’ eleştirilerini okumam merak  uyandırdı ve hemen giriş yaptım.

Açıkçası sosyal medyada internet gazeteciliğinin en iyilerinden biri olduğunu düşündüğüm Hürriyet gazetesi beni şaşırtmadı. Herkesin kendi gazetesini oluşturabilmesi fikri zaten baştan çok cazip. Biri internet sitesinin yıldırıcı reklamlardan, ilgi alanım olmayan haberlerden ya da hiç okumadığım yazarlardan arınmış sadece benim için yaratılmış bir portal haline gelmesi bence harika bir fikir. Bunun yanında fikirlerinizi kendi sayfanız üzerinden paylaştığınız bir sosyal tabanlı haber sitesi olması çok önemli bir gelişme. Özellikle birdenbire gelen sosyal medya yasakları yaşayan bir ülke olarak fikirlerimize ses veren alternatif bir site olması bence cankurtaran gibi bir şey. Bu noktada bir yanlış anlamayı açıklama ihtiyacı hissediyorum. Twitter üzerinden sanki köşe yazarlarını ya da haberleri okumak için mutlaka bu sosyal hürriyet’e üye olmak gerektiği gibi bilgiler dolaşıyor. Günlük olarak her zaman girdiğimiz hurriyet.com.tr bir yere gitmiş değil. Eskisi gibi istediğiniz haberleri okuyabiliyorsunuz. Mobil uygulamaları hiçbir giriş istemiyor. Buna rağmen bugün bu sitenin istediği bilgileri isteyen onlarca sosyal medya kanalını aktif kullanıyoruz. Bunun bir itici güç olarak görülmesini sadece yeniliklere verilen ilk direnç olarak görüyorum.
Artık  hem Hürriyet yazarları hem de diğer okuyucularla interaktif ilişki kurabileceğimiz,  tartışma yaratabileceğimiz bir platforma sahibiz. Yazarların sadece köşe yazıları değil; kişisel postları da gün içinde paylaşılıyor. Bunun yanında ‘Öne Çıkart’ butonu ile önemli bulduğum ve gündeme getirmek istediğim haberleri Hurriyet.com.tr’nin ana sayfasına taşıyabiliyorum. Sosyal medyadan kullanmaya alıştığımız hashtag (etiket) ile haberler hakkındaki yorum ve paylaşımları kolayca süzüyorum. Yani daha çok insan ile daha çok haber paylaşıyor bunun yanında daha özgür haber alıyorum.
Bundan önce #hurriyetbenim etiketi ve reklamı ile çok ses getiren bu yayın grubu yarattığı portal ile bunu kanıtlamış durumda. Artık gerçekten Hürriyet benim.

İçerik: http://durumbildirimi.com/
Bir boomads advertorial içeriğidir.

7 Şubat 2013 Perşembe

Aşk Bazen...

,
Tam da 4. yılımızı kutlamak için planlar yaptığımız günlerde gözüme eskiden yazdığım bir yazı çarptı. Değişen tek şey geçen zaman olmuş, ne güzel...


Hayata dair en güzel anıları başlatan...
"Güne yalnız uyanmak yok artık" diyorsun içinden ta en başında. Biliyorsun yanında olacağını hep. Aylarca tartmışsın çünkü sevgisini. Karar verene dek çok denemişsin onu.

Bir masal gibi her anı. Ocağın karında ve şubatın buz gibi soğuğunda elele dolaştırıyor insanı sahilde. Üşüyorsun aslında ama hissetmiyorsun. O eller birleşinceye kadar karşılıklı verilen çaba ısıtıyor seni.
Her anı ayrı heyecanlı. 

İlk elele tutuşulan dakikalar sanki şu an gibi gözlerinin önünde. Kıyamıyorsun somurtmuş yüzüne. Bir anda dokunuveriyorsun eline. O, zaten dünden razı. Bu anı bekliyor cesaretsizce. Gözleri parlıyor ellerine dokunduğunda. En az seninki kadar hızlı atıyor kalbi, biliyorsun.

İlk öpücük hiç gitmiyor gözlerinin önünden, aradan aylar geçse de. O da istiyor senin kadar dudaklarınızın temasını. Ama çekiniyor, tıpkı senin gibi. Sanki bir film setinde gibi oluyor ilk öpücük. Metronun girişinde veda ederken senin onu öptüğün anda öpüyor o da seni. Eve havada süzülerek gidiyorsun. Vapura bindiğini bile hatırlayamadan hem de.

Yanında uyuduğun ilk gece sanki başından sonuna bir rüya gibi. Sarılıyor sana sımsıkı. nefesini hissederek saatler geçiyor sabaha kadar. Herkes uyumuş gibi yapsa da, aylar sonra ortaya çıkıyor aslında o gece kimsenin uyuyamadığı.

İlkler birbirini kovalıyor artık ortak olan hayatınızda.
Daha önce de gezdiğin yerler beraber olduğunuzda sanki yeni yıl için süslenmiş gibi geliyor gözüne. Işıklar daha parlak. Dünya daha güzel. İstiklal Caddesi'nde uzun yürüyüşler, beraber içilen biralar, yemekler, kaçamak tatiller...

Ailenle de tanıştırıyorsun onu. Hayatındaki en yakın arkadaşın çünkü o. Sevgili olmanın ötesinde en sağlam dostun. Hiç korkmadan kendini bırakabileceğin insan. Çok seviyorlar onu. Zaten biliyorsun seveceklerini. Eminsin. Onunkiler de seni seviyor. Bir anda evlerinin yeni kızı oluyorsun.

Hayat sürprizlerle dolu ama konu o olduğunda hiç yapmıyor kötü şakalarından. Daha insaflı davranıyor sana dünya. Bozmuyor aranızı. 
Hayallere her gün yenisi ekleniyor. Kendine bile klişe gelen şeyler, onunla değer kazanıyor.

Mektuplar, gül yaprakları, mumlar, sevgi dolu günler, geceler, kahkahalar, ağlamalar, uzun yürüyüşler, midedeki kelebekler derken aylar, yıllar geçiyor sevgiden bir parça bile eksiltmeden.

Ülkenin bambaşka yerlerinde yaşayan ve hayatlarının kesişmesi neredeyse imkansız olan iki ayrı kişinin, bir zaman diliminde Lüleburgaz'dan İstanbul'a uzanıyor hikayesi.

Zıt kutupların, ballı baharatlı karışımı...

Sürpriz Gelmiş Hoşgelmiş

,


Ocak ayının ilk günlerinde aldığım bir mailde Biscolata'nın bana bir sürpriz yapmak istediğini öğrendim. Adres paylaşımı vs derken meraklı bekleyiş başladı.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra tam da okulda sınava girmek üzereyken gelen telefonda "Çok hoş bir delikanlı gelip seni sordu" cümlesini duyduğumda anladım ki sürprizi getiren normal kargo çalışanı değildi. Pişmanlık dolu o anı tahmin edebilirsiniz. Elbette o dersten bütünlemeye kaldığımı da...
Eve geldiğimde ise bu tatlı sürprizi buldum. Fotoğraflarını paylaştığımda gözlerini ayıramayan arkadaşlarım da ayrı bir konu tabii. Bir sene boyunca her ay ayrı bir fıstık ile günleri takip edeceğim. 

5 Ağustos 2012 Pazar

Sabır

,


                Olumlu veya olumsuz, anlamları uzun uzun tartışılabilecek bir konudur sabır. Dünya halkı sabırsız artık. Hem tahammül sınırımız oldukça düşük, hem de beklemek istemiyoruz.
                Beklemek… Ne kadar da sıkıcı bir eylem. Bir an önce olup bitmesini istediğimiz şeyler için beklerken, kendi içimizi kemirdiğimiz zamanlar yaralar ruhumuzu. O bir anda geçip giden zaman beklerken acımasızlaşır, geçmez, gitmez. Zamanın göreceliliğini zorla kabullenirsiniz.
                Peki ya tahammül sınırlarımız? Kimse kimseye karşı sabırlı olamıyor. Alışveriş merkezinin otoparkında bile, birbirlerini parçalamak üzereler insanlar. Gezip eğlenmeye gittiğimiz yerlerde bile, bu derece negatif elektrik yüklü olacaksak nasıl sakinleşeceğiz? Yavaş yavaş boğuluyoruz kalabalıkta. Yorgunluk ve yüksek ses dalgaları yıprattı sakin zihinlerimizi.
                Bir de sabrediyor olmanın yarattığı sabırsızlık var ki, en fenası. Şu ünlü Matruşka bebekleri gibi bu konu. Meşguliyetin, yorgunluğun ve beklemekten sıkılmanın yarattığı gönül yorgunluğu, kimseyle paylaşılmaması gerekecek kadar fena. İnsanın iç organlarını eriten bir zehir gibi.
                Sabrımın zorlandığını hissettiğimde kendine çözüm üretemeyen biri olarak, çözümü nedir bilmiyorum. Elimde bir sihirli değnek olsa, anında sonuç alabilmek için kullanırdım. Stressiz bir hayat, güzel geçen bir gecenin uykusu gibi.
                Sihirli bir değneğimiz olsa…




4 Ağustos 2012 Cumartesi

Tekrarların Tekrarları

,
                Şu yaz sıcaklarında, henüz üniversiteler de tatildeyken boş vakitlerde yapılabilecek en mantıklı şey televizyon izlemek. Yaz günlerindeki yayın anlayışı ise “tekrarın tekrarını yayınlamak” ilkesi ile sürdürülüyor hala. Her sene aynı saçmalık…

                Televizyonu her açtığımda üstündeki mavi önlüklerde sağdan sola koşan doktorları görüyorum bu aralar. Dizinin tekrarı o kadar çok yayınlandı ki, ilk yayın zamanlarında asistan olanlar şimdiye profesör oldular benim gözümde. Gündüz yayınlandığı yetmezmiş gibi, gece de aynı bölümler veriliyor. Evet, duyar gibiyim, suyu çıktı bu işin.

                İzleyiciyi balık hafızalı mı sanıyor bu kanallar? Sabahtan akşama nasıl unutulur aynı dizinin aynı bölümleri? E tabii ki tek bir kanal ile sınırlı değiliz, ancak böyle yapmaları gene de sinir bozucu. Daha da ötesi, durum her kanalda aynı. İzleyiciye yeni bir şey sunmuyorlar. Ne kolay iş.

                Üretmeden tüketmeye ne kadar meraklı insanlık. Doktorlar, Akasya Durağı ,  Aşk-ı Memnu ve diğerleri. Biz bunları zaten izledik! Üretken olun biraz da.

2 Ağustos 2012 Perşembe

Kağıt Parçalarına Endeksli Hayatlar

,
Akşamları, vaktini televizyon izleyerek geçirenlerin elbet gözüne çarpmıştır “Şanslı Masa” adlı program. İzlediğimde zaman zaman gülsem de, programın genel formatında karşındaki insanı yok saymayı gerektirecek sahneler oluşuyor. Şaka da olsa karşımdaki insanın bana olmadık cevaplar verip tartışacak kıvama gelmesini istemem.

Birkaç kez, yarışmacılar yarıda kestiler yarışmayı. Arkadaşlarını kaybetmekten ya da sinirle söylenecek şeyleri duymak istemediklerinden durdurdular saçma tiyatroyu. Bu bana oldukça mantıklı geliyor ve 5000 tl kazanmak için oğlunun karşısına oturup gayet doğal tavırlarla “Benim genç bir sevgilim var” diyen babayı aklım almıyor. Sonunda şaka olduğu anlatılsa da bazı sahneler insanın gözünün önünden gitmez, biliyorum.

Aile, arkadaşlık ve dostluk ucuza indirgeniyor bu açıdan bakıldığında. Eğlence dozunda yaşandığında güzeldir, bunu öğrenemedik biz. İnsanların sinir anında birbirlerinin açıklarını dışa vurduğu anlardan dolayı, kim bilir kaç çekimi çöpe attılar isteyerek ya da zorla?

Zor bulunup kolay kaybedilen şeyleri eğlence mezesi yapmaktan oldum olası kaçmışımdır. Biraz da kıymet bilsek, ah bilsek…

25 Haziran 2012 Pazartesi

Saçmalıklar Dizisi

,

Sanıyorum ki birçok kişi bu aralar "Nasıl bir ülkede yaşıyoruz?" sorusunu soruyordur kendi kendine. Kafalarımızın içi ne ara bu kadar örümcek bağladı, ben de merak ediyorum elbet.

Kürtaj yasağı ile ilgili yoğun tepkiler sonucu devlet geri adım attı. Bu sonuç alınana kadar tepki veren kadınlar da birilerinin gözünde "hafif" oldu tabi. Hakkını korumak, kendi bedeninle ilgili karar verme özgürlüğüne sahip olmak ve bunlar için tepki vermek "hafiflik" oluyor anlayacağınız.

Anne olmak büyük olduğu kadar korkutucu bir sorumluluktur. Siz hiç zevk için hamile kalıp sonra da kürtaj yaptıran bir kadın gördünüz mü? Yaşananların, hataların cezasını doğmamış bir çocuğa çektirmektir kürtaj yasağı. Hazır hissetmek, maddi olgunluğa sahip olmak, manevi olgunluğa sahip olmak ve daha nice sebep... Nice sebebin pozitif yönü desteklemelidir anne olma kararını. Buna devlet karar veremez.

Peki ya bugün? Bugün de bambaşka bir rezilliğe uyandık. Umarım bir yerlerde yanlış anlaşılma vardır da bu kadar küçülmeyiz. Hamile kalan kadının ailesine, babasına haber veriliyor. O kadar modern bir ülkede yaşıyoruz ki... Töre ve kadın cinayetlerinin durdurulmasında etkili olamayan, kadınları korumayan devlet bir de davetiye çıkarıyor bunlara. Yaşadığından sırf geleneklere aykırı diye utanan kadının omzuna, bir de baba ağırlığı biniyor. Kulağımızı da çekerler mi acaba?

Daha neler göreceğiz? Kim bilir...
 

Kağıttan Bardak Copyright © 2011 | Template design by O Pregador | Powered by Blogger Templates